20 Ocak 2024 Cumartesi

Yaşlı Adam - Öykü

 Yaşlı adam yine aşağı indi. Üşenmiyordu, iki kat aşağı sırf mahallesinde top oynuyoruz ve bu top sevgili arabasına gelecek diye bize top oynatmıyordu. Bir çok kez küfürler eşliğine uyarılmıştık. Kapı açıldığında polis baskını yemiş kötü insanlar gibi dağıldık sokakta. Çok büyüktü. Yani o zamanlar öyle sanıyorduk. 9 yaş civarları işte bütün büyükler hacim olarak da büyük gözüküyordu. Mahallede sadece bu adam rahatsız olurdu bizden. Hayır kendi çocukları hatta torunları da vardı. Tabii bizim mahalleden değillerdi. Ama bu adamı bu kadar öfkeli yapan şey neydi acaba ? Sabahları erken kalkardı ama çok erken yedi falan yani. Gazete alır ekmek alır eve gelirdi. Eşi vardı bir de sadece balkondan görürdük. Sokakta gezinmezlerdi. Yaşlı adamın bir iki sohbet ettiği vardı. Onlarda hep şikayet. Kadınlar akşam vakti kapının önüne gelip oturuyorlarmış, bodrum kata bisiklet bırakılıyormuş(apartmanda yaşayan çocukların bisikletleri) şikayet şikayet üstüne. Bence insanlar belli bir yaştan sonra biraz akışına bırakmalı hayatı. Biraz sakinlik ve huzur aramalı. Eğer bu dünyaya karşı artık pek umudun kalmadıysa başkalarının canını sıkmaya değmez. Neyse yaşlı abimiz yazları yazlığına giderdi. Neredeyse üç dört ay gelmezdi. O mahallenin çocukları için yaz tatili iki kat daha güzelleşirdi o zamanlar. Gece 12'lere  1'lere kadar saklambaçlar, yerden yüksekler.

Yıllar geçti okul, iş güç derken büyüdük evlendik. O apartmana taşındım. Karşı komşusu olmuştum o yaşlı abinin. Aynı boydaydık artık. Duydum ki eşi hastanedeymiş kötüymüş durumu. Çocukluk figürlerinizden biri olunca üzülüyor insan. Bir akşam yine yaşlı abinin sokakta oynayan çocukların şen kahkahalarına katlanamayıp balkonundan bağırdığını duydum. Benden balkon camından baktım sonra aşağıdaki çocuklara. Küçüklüğümü hatırladım. Ama bu sefer farklı bir şey oldu. Aşağıdan bir kadın muhtemelen çocuklardan birinin annesi yaşlı abiye geri bağırdı. El kadar çocuklara bağırmaması gerektiğini içeri geçmesini mahallede ondan başkasının çocuklara kızmadığını ve şu mahallede bir tane seveninin olmadığını söyledi. Yaşlı amca cevap vermedi girdi içeri. Son söz dokunaklıydı. Bir kaç hafta sonra eşinin öldüğünü iş dönüşü apartmanın önündeki yan yana duran bir çift ayakkabıdan anladım. Kapısını çaldım açan olmadı. Öğrendiğime göre cenaze mahalleye bile gelmeden memleketine gitmiş. Kadın haklı mıydı ? Hiç mi sevenleri yoktu mahallede, apartmanda ?

Bir kaç güne döndüler. Ben yaşlı abiyle işe giderken rastlaştım. Göz göze geldik. Küçükken gördüğüm öfkeli gözler yorgun ve bitkindi. Ama erken kalkma alışkanlığı hala devam ediyordu. Baş sağlığı diledim nasıl olduğu sordum. Hiç iyi olmadığını nereye bakarsam hangi çekmeceyi açarsam anılarına eşyalarına rastladığını söyledi. Paramparçaydım. Çocukken cehennemi yaşatan adam karşımda çaresizdi. Yutkundum. İnsan neler yaşar da bu hale gelir diye düşündüm.



 



26 Aralık 2021 Pazar

TAKAZA - Öykü #4

 Biri öldüğünde morga girip bakamam. Biri yakınını kaybettiğinde bırak nasıl öldüğünü sormayı başın sağ olsun bile diyemezdim. Ta ki anneme kadar. Annemin nasıl öldüğünü sorabilmiş ve ölüsüne bakabilmiştim. Koşulsuz güvenebildiğim son insanı kaybettim.

Etrafımdaki sesleri duymaya başlayıp karadelikten çıkmak uzun sürdü. Tekrar işime koyulup monoton hayatıma geri dönmüştüm. Kimsesizlik hissinin beni kucaklamasına izin veriyordum . Bazı günler arkadaşlarım yalnız bırakmamaya çalışıyorlardı ama eve yine de yalnız dönünce duvarlar, yastıklarla konuşup beraber film izliyorduk. 

Annemin evinde oturamazdım. Evini internetten satışa çıkardım. Adamın biri mesaj olarak sadece "slm" yazmıştı. Kâle almadım. 

Yolculuğa ihtiyacım vardı. Patronuma da aynı şekilde söyledim bunu. Yıllık izin mi istiyorsun demişti. Evet dedim uzatmadan. 1 hafta izne ayrılmamı makul gördü. Uçak bileti alıp Mardin'e gitmeye karar verdim. Biraz kültür turu yaparım diye düşündüm. 

Uçakta yanım boştu. Sonra bir adam geldi koridor kısmına oturdu. Nereli olduğumu neden Mardin'e gittiğimi sordu. Yalan barındırmadan belki biraz duygusuzca annemin öldüğü ve yolculuğa çıkıp kafamı dağıtmamın iyi geleceğini söyledim. Ve Mardin'i de uzun zamandır merak ettiğimi de ekledim. Demek annenizi kaybettiniz dedi. Başımla onaylayıp onun neden Mardin'e gittiğini sordum hiç merak etmeyip sırf ayıp olmasın diye. Ve bir film sahnesi izliyormuşum gibi şunlar döküldü ağızından. Bileti 7-8 ay önce eşiyle aldığını bir tur planladıklarını -üç şehir, otobüs biletleri, otel odaları vesaire lakin eşini kaybettiğini aslında bu turu beraber yapacaklarını onun anısına tek başına çıktığını ve turun sonunun da intihar edeceğini söyledi. Kadının Kokusu filminde ki öğrenci çocuğun Al Pacino ya baktığı gibi bakmıştım adama. Uçağın kapısı kapandı ve inince ne yapacağımı düşünmeye başladım.



 

13 Haziran 2021 Pazar

Yuki Legend 50cc - Vlog #1


Kasım 2020 gibi Yuki Legend 50cc motosiklet almıştım. Hep "cruiser" tarzı motorlar sevmişimdir bunu da tercih etmemin sebebi klasik görünümlü gidonu ve çift kişilik olmasıydı. Çok şükür büyük bir sıkıntı yaşatmadı. 50 km hızı geçemediğinden akan trafikte sıkıntı yaşıyorsun. Onun dışında tam bir küçük yer motoru. Çok şey beklemezsen işini görür. Onunla ilgili bir tur videosu çektim iyi seyirler dilerim dünyalılar. 

1 Ocak 2021 Cuma

TAKAZA - Öykü #3

İnternette gezinirken "bugün kemoterapide ilk günüm dualarınızı bekliyorum" tarzında bir yazı gördüm. Fotoğrafını felan paylaşmış. Düşündüm, ben yakalansam kansere bu kadar hayat dolu olamazdım herhalde diye. Kendimde öyle bir güç görmüyorum. Tüm benliğimle teslim olur ölümümü beklerim diye düşündüm. Kısa bir üzüntüden sonra "favlayıp" telefonumun ekranı yukarı kaydırarak kahvaltıma devam ettim.

İşten çıkarken kuzenime yazdım. İş ile kuzenin evinin arası yarım saat. İnince de indim diye yazdım beş dakika sonra kapısısın önüne geldim. Aşağıda yoktu. Aradım iniyorum dedi. 10 dakika sonra yanıma az ileride dedesinin göz kulak olduğu  4-5 yaşlarında bir çocuk geldi ve beni yıllardır tanıyormuşçasına heyecanla şunları söyledi; "Benim bir arkadaşım vardı, benim boyumda kırmızı elbisesi var kayboldu hadi gel onu arayalım!?" İki şey söylemek istedim birini içimden söyledim; "Yabancılarla konuşmaman gerektiğini sana söylemediler mi çocuk.?" İkincisini direkt ona söyledim; "Tamam arayalım sen geri git o tarafa bak bende aşağı doğru gideyim." Anlaşmıştık o ileri gitti bende geri. Bir çocuğa söz verirsen yapmak zorundasın.

Meğer oyununun bitmesini beklediğim kuzenim sonunda aşağı inmişti ve arabasıyla gezmeye çıktık. Lanet trafik, iki adım gidemedik. Bir komplo teorisi okumuştum ülkelerdeki trafik sorununun çözülmemesinin sebebi devletin bundan kazanç sağladığı için olduğuydu. Kendi kendime düşündüm bunu, zaten sinirlenmiş olan kuzene söyleyip iyice delirmesini istemedim. 

Beni bir yerde saldı eve doğru giderken bir adamın dondurma paketini yırtıp sonra paketi yere atıp dondurmayı yanındaki çocuğuna verdiğini gördüm. Hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam ettiler. O an o yere attığı paketi götüne sokmak istedim. Çocuğun büyüyünce umarım seni örnek almaz diyerek arkasından sövmeye devam ettim. 

Uyumak için dönüp duruyorum. Yukarıdaki komşunun kedisi dişi ve azgın döneminde anırıyor anırıyor anırıyor! Yarın kapısını çalıp kısırlaştırma için ne kadar gerekiyorsa vereceğimi söyleyeceğim. Uykuya dalacağım sıra bir motor alsam nasıl olur acaba diye düşünüyorum. 

Sabah oluyor. Telefonumu genelde yapmadığım şekilde salonda bırakmışım. Telefona bakıyorum. Bir kişi beni 10 defe aramış. Arayan kişi annemim komşusu geri arıyorum. Annem hastaneye kaldırılmış!



6 Aralık 2020 Pazar

TAKAZA - Öykü #2

Bu başıma gelen üçüncü hırsızlıktı. Biri ben daha çocukken abimin önemli bir sınava gideceği sabah girmişti ve cüzdanını felan çalmış hatta kimliği olmadığı için sınava girememişti. İkincisi ben tatildeyken evime girilmişti. Ve şimdi bu. Karakola bildirmeye gitmedim. Çünkü diğer iki hırsızlıktan da bir sonuç çıkmamıştı. Ama bu eve ikinci defa girildi. İkincisinde Playstation'umu ve iki oyun kolumdan birini çalmıştı. Diğerini aceleden görmediğini düşündüm. Hatta kırtasiyeden  A3 e "BU KOLU (Ç)ALMAYI UNUTMUŞSUN OROSPU ÇOCUĞU" yazdırıp camıma yapıştırmıştım. Şimdikinde bir bok bulamamış çalacak temkinliydim. Beni izliyor pezevenk. Taşınmalıyım diye düşündüm.

Sabah oldu. Zil sesi duydum genelde açmam ama bu sefer belki hırsızlıkla ilgilidir diye uyku sersemi kalktım açtım kapıyı merdivenleri silen abla kapıdaydı. "Benim benim korkma dedi" Anlamamıştım. "Geçmiş olsun, hırsız girmiş." dedi. Şimdi anlıyordum apartmanda dedikodusu yapılmıştı olayın. "Sağ ol abla, para günü müydü ?" dedim. Yok su lazım dedi. Kapının önündeki şişenin boş olduğunu fark edip "Bir dakika abla" dedim. Şişeyi alıp kapıyı kapattım suyu doldurup tekrar kapıyı açıp yere koydum. Kolay gelsin deyip kapıyı kapatırken "Su koymayı unutma" dedi. Kapıyı kapatmıştım. Korkma diye başlayan muhabbet uyarıyla bitmişti. 

Eski mahallem. İş yerini arayıp böyle böyle oldu deyip bugünlük izin istedim. Olumsuz karşılamadılar. Eve birbirinden ayrılınca ses çıkarıp apartman sakinlerinin duymasını sağlayan güvenlik sisteminin en harikası ve ucuzu olan cihazı kapıma yapıştırıp annemlerin evinin yolunu tuttum. İnsan kendisinin güçsüz olduğunu hissettiğinde hayata karşı cevabı kalmadığını anladığı zaman ailesine sığınıp ondan güç alır. 99 depreminde ailem bizi babaannemlerin yanına götürmüştü. Onların evi bizim evden daha sağlam diye değil birlikte olalım diye gittiğimizi yıllar sonra anlıyordum. Annemlerin mahallesi İstanbul'un eski mahallelerinden. Zamanda yolculuğa çıkmışsın gibi bir his. Eskiden müdavimi olduğum bakkala gittim hala küçük ve hala eski görünümlü. Ama el değiştirmiş. Bakkal amcanın öldüğü annem söylemişti. Onu göremeyince hafif üzüldüm. Kendi yaptığı meybuzlar yüzünden bir tv kanalı tarafından sağlıksız koşullarda gıda yapılıyor diye basıldığı hatırlıyorum. Bir kaç şey alıp annemin kapısını çaldım. 

Baya konuştuk. Gelmeyeli bir ay olmuştu. Doya doya pişi yedim. Burası dünyanın en güvenli yeri diye düşündüm. Yoga yapmış insanın huzuruna antidepresan kullanan kişinin sakinliğine erişmiştim. Ama annem benim yüzümde rahmetli babam ile abimi aradığını fark ettim. Daha sık gelmeliydim. Ellerinden öpüp kalktım yolum uzundu.

İş günü. Herkesin geçmiş olsun Ne gitti ? Ne almış ? Cana geleceğine mala gelsin sözlerinden sonra işime koyuldum. Birinin evleneceğini onun yüzünden "isteyenlerden" para toplayacağını söyledi her zaman bu işlere bakan abi. Olur tabii katılırım derken umarım evlenmeden buradan ayrılmam diye düşündüm. 

Akşam oldu metrobüste ayakta giderken iki durak sonra başında beklediğim kişi indi. Metrobüste bunu tutturmak büyük şans. Bütün yol boyunca gidip aynı yerde de inebilirdik. Ne müzik dinlemek istedim ne de kitap okumak. Boş boş camdan dışarı izliyordum. Sonra bir kadın bindi metrobüse iki çocuğu ile beraber. Çocuklar borulara tutunabilecek güçteydiler. Bu sefer kadın benim başımda bekliyordu. Yer vermek istemedim yorgundum. Benim sağ cam tarafımdan oturan adam kalktı anneye yer verdi. Ben onun kalktığı yere kaydım. Anne oturdu çocuklar kucağına doğru aldı.  Sadece çocuğunu oturtup kendi ayakta gidenlere de gıcık oluyorum. Al kucağına otursun işte velet. Annem bizi hep böyle taşıdı. Beni oturtup kendi hiç ayakta gitmedi. Kendi kendime yükselmiştim. Anne öyle yapmadı. Takdir ettim. Sonra sol taraftaki koltukta oturan kadın kalktı annenin diğer çocuğuna yer verdi. Annenin karşısında oturan adam o kalkan kadına gelin siz böyle oturun dedi. Kadın teşekkür edip birazdan ineceğini söyledi. Sonra en arkada biri tekli biri çift kişilik koltukta oturan adam anneye "Gel abla sen çocuklarla burada otur burası üç kişilik" dedi. Anne kalktı o tarafa geçti herkes huzura erdi. Ben bir an lan dedim neler oluyor bütün metrobüs cennete gidiyordu da ben mi engel oldum. Herkes anne ve çocukları için seferber oldu sadece ben yorgunum iş saati kimseciklere yer veremem deyip bu sınavı geçemedim. Bütün metrobüs UNICEF üyesi bütün metrobüs iyi niyet elçisi nasıl çıkar. 

Apartmanın merdivenlerini çıkarken dairemin önüne gelip anahtar soktuğum yerin durup durmadığına baktım. Bunu uzun zamandır yapmıyordum. Artık her kapının önüne geldiğimde ister istemez bunu yapacaktım. Evine hırsız girmeyen bu psikolojiyi anlayamazdı.          



12 Kasım 2020 Perşembe

TAKAZA - Öykü

İnsanın hayatında zaman çok önemlidir. Öyle ki bir yere geç gitmek ile erken gitmek arasında bile insanın kaderi değişebilir. Geç kaldığın uçak düşebilir. Zamanında bindiğin vapurda hayatının aşkı ile tanışabilirsin. Ve ben şuan zamanımı az önce bokumu yapıp sifona bastıktan sonra gitmeyi reddeden suya direnen büyük direnişçi bokumun yok olması için rezervuarın tekrar su ile dolmasını bekliyorum. İşte tam bir boktan zaman kaybı.
Şimdi yemek sırası işten geleli yarım saat oldu yemek ye felan anca televizyonun başına geçeceğim. Hiçbir şey bulamayıp parasını ödeyip içeriklerinden hiç memnun olmadığım bir platformda gezinip yine hiç bir şey bulamayıp kitap okumak için yatağıma geçeceğim. Uyku ağır basınca iki sayfa anca okuyup saatimi kurup yatacağım. 

Sabah. Bakkala girip, hafta sonu kaybedilen maçın üzerine iş yerinden iddiaya girdiğim arkadaşıma sigara alıyorum. Koduğumunun şeyi ne kadar pahalı. Bakkaldan çıkarken yolları süpüren bir belediye işçisi ile bakkalın yanında ki yayınevinde çalışan adamın diyaloğuna kulak kabarttım. Yayınevci adam "Abi sende çocuk var mı ?" "Var" "Kaç yaşında?" "Biri 3 diğeri 15 yaşında ne oldu ki" "Biz bazı kitapları atacağız kağıtçıya vereceğiz. Bandrolsüz fazla gelen ürünler bunlar vereyim mi sana okur musunuz ?" dedi adamın cevabı net oldu "Siktir et verme, kim okuyacak"

İşteyim. İş yok zaman geçiriyorum. Patronun telaşlı bir göt olduğu için o gezdiğinde işim varmış gibi yapıyorum. Yemekteyim. Yemekhane de yine kimsenin pek hoşnut olmadığı yemekler seçilmiş. Seçici götler Dünya' da insanlar açlıktan ölüyor diyorum içimden. Emekli olup çalışmaya devam eden bir adam var yemekhanede. Patron ve 10 yaşında ki çocuğu da yemekhanede patron çocuğunun çorbasına ekmek bölüp koyuyor. Yaşlı adam patronun arkadaşı ve laf atıyor. "Keşke benimde babam bana böyle yedirseydi." diyor. Patron espri yapıyor. "Kaç yaşına gelmişsin bu saatten sonra ne yedirecek desene oğlum" deyip gülüşüyor kendi kendine. Yaşlı adam "Biz hiç görmedik ki babamızı" diyor yemekhanede çatal, kaşık sesleri bir iki saniyeliğine kesiliyor. Yemeğim yarım kalıyor. Herkes doyuyor.

Babama, iş değiştirdim benim için artık daha iyi oldu 9-6 çalışacağım hafta sonu izinliyim dediğimde O kadar uzağa gidilir mi dedi. Metrobüs ile yarım saat olduğunu söylemiştim yine de memnun olmamıştı.
İndim. Bakkala gidiyorum. Çayın yanına bir şeyler baktım. Küçüklükten alışkanlık çayın yanında hep bir şey yerdik. Anam sağ olsun. Cips ve bir kaç bisküvi alıyorum. Anamın böreklerinin yerini tutmaz tabi. Gece yemek yemiyorum ama bunlara da dayanamıyorum.  

Kapımın önündeyim anahtarı sokacağım şey yok! Onun yerine koca bir boşluk var. Çilingir yazıyorum telefonumun internetine en yakındakinin numarasını arıyorum. Adam geliyor kapıyı görünce "Abi içeri girmişler" diyor. Kapıyı açıyor ve gördüğüm manzara karşısında dizlerimin üstüne çöküyorum.

Ev darmaduman.  



27 Eylül 2020 Pazar

Üç Şehir Dört Gün

 Bu yaz eşimle iznimizin bir kısmını Şehirleri gezip keşfetmeye ayırdık.

Planı yaparken Nevşehir'e gitmek ilk sıradaydı. Oradan Eskişehir'e geçeriz dedik. Sonra düşün düşün ne yapalım dedik ki bu sırada otobüs biletlerini almış durumdaydık. Hadi Ankara olsun oldu ve o yüzden güzergah olarak alakasız duruyor. 


Planımızın ilk durağı Nevşehir'e uzun bir otobüs yolculuğu sonrasında vardık. Biz biletimizi Göreme otogarına aldık ki bence en mantıklısını yaptık. Çünkü çoğu görülecek yer burada ve buranın çevresinde. Görece'ye gidecek sadece ikimiz olduğu için bizi bir özel araca verdiler. Doblosu olan bir rehberdi bu kişi. Bize otogarda kendi yerinde eğer kabul edersek gezilecek yerleri anlattı. Nevşehir'i üç tura bölmüşler. Yanlış hatırlamıyorsam mavi, yeşil ve kırmızı idi. Biz otelimize vardıktan sonra otel çevresinde kahvaltı edilecek yerler aradık. Çoğu yer pandemiden ötürü kapalıydı. Bu duruma çok üzülmüştük. Adını sonrasında Dilek olduğunu öğrendiğimiz ablanın yerinde bulduk kendimizi. Çay tost yaptık ve kendimize geldik. 

Ve artık gezimiz başlıyordu. Her yerin taş olduğu caddelerde yürümeye başladık. Hedefimiz Göreme Açık Hava Müzesiydi. Develer ve ATVlerle  tur düzenleyenler yol boyunca sıralanmıştı. Yolumuzun üstünde çanak çömlek yapımına katıldık. Gayet zevkli idi. Sonra müzeyi gezdik. Eski insanların nerelerde nasıl yaşadıklarını görüp onları düşündük. Sonrasında otele geçip günümüzü bitirdik. İkinci günümüz tur ile önce Güvercinlik vadisi sonra çok etkileyici bir yer olan yeraltı şehri Derinkuyu, şekli nara benzediği için Narlıgöl ve (internetten aldığım bilgilerle) 18 kilometrelik Ihlara Vadisi. Tabii burasının çok küçük bir kısmını gezdik. Buraya bir gün ayırmak lazım. Sonunda akşama doğru otogara geri gelip sıradaki yolculuğumuz için otobüsümüzü bekledik. Yılın on iki ayı turist bölgesi olan şehir umarım eski günlerine en kısa sürede döner.








Ve ESKİŞEHİR, saat 3! Otogarda sabahlayıp eşyalarımızı emanetçide bırakıp şehri turladık.   

Yeme içme yerleri eşim de gezi güzergahı bendeydi. Bu plan doğrultusunda Doyuran'da kahvaltı edip, Odunpazar'ına doğru gezimize başladık. Burada birde Odunpazarı Modern Müze varmış fakat içine girebilme fırsatı bulamadık erken gittiğimiz için. Oradan ayrılıp meşhur Porsuk Çayına geldik. Oradan Kırım Çibörekçisin de enfes bir çibörek yiyip. Devrim arabasına selam durduktan sonra Masal Şatosuna yürüdük. Tabii pandemiden ötürü şatonun, korsan gemisinin içine giremedik. Biraz dinlendikten sonra(Ben kestirdikten sonra) merkeze geri dönüp bir şeyler atıştırdık. Ve artık otogara doğru yola koyulduk. Eşimle birbirimize yaşanılacak yer dedik burası için. Güzel ve ucuz şehir. Öğrenci şehri diyorlar ya işte öyle. Kalbimiz sende kaldı ES ES ES!





BAŞKENT

Eskişehir'de çok gezmemizden ötürü ayağım su toplamıştı ve bileğim ağrı yapıyordu. Bu yüzden Ankara'da çok yer gezemedik ama bize İstanbul'un kargaşası ve yoğunluğunu hatırlatmasıyla çok sevemedik başkenti. Öncelikle Kuğulupark sonrasında Anıtkabir ve Ankara Kalesine gittik. Anıtkabir'in görkemini yaşarken hüznü de yaşadık. Bu ülke için tekrar teşekkürler paşam ve tüm ona inanlar. 




Okuduğunuz üzere üç şehir gezerken sadece bir gece otelde konakladık ve diğer geceler otogarda sabahladık. Nasıl oldu derseniz yorucu oluyor. En azından bir şehirde daha (sonuncu ve ya ikinci farketmez) konaklamak uykumuzu almamız lazımdı. Değişik bir tecrübe edinmiş olduk. Allah kısmet ederse seneye doğu turu yapmak istiyoruz. Şimdilik benden bu kadar kendinize iyi bakın Dünyalılar. 

Not; Gezi videoları için YOUTUBE kanlıma beklerim Link





  

30 Ağustos 2020 Pazar

BALLIKAYALAR - KAMP ATTIK

 Çok uzun zaman olmuştu kamp yapmayalı ki ilk yaptığımız kamptan sonra şimdi nereye gitsek demiştik. Şartlar felan olgunlaştı bu sefer kuzenim Yavuz ile çıktık yola. Gideceğimiz yer Gebze'de bulunan Ballıkayalar'dı. Planımız iki gece üç gün kalmaktı yalnız yağmur beklemiyorduk. Çantalarımızı ona göre hazırladık. İnternetten yaptığım araştırmalarda arabasız nasıl gidileceği hakkında çok bir bilgi bulamadım. Yinede güzergahı belirledim koyulduk yola. Uzunçayır'dan Harem/Gebze minibüslerine bindik. Gebze Center'ın önünde indik. Eğer eksik bir şeyleriniz varsa buradan karşılayabilirsiniz. Buradan giden minibüslerde varmış ama biz taksi ile gidelim dedik. Şuan hatırlamıyorum ama 40-50 lira verdik galiba. 

Ve sonunda varmıştık. Pazar günü gittiğimiz için panayır yeri gibiydi. Biz içeri doğru ilerledik. Terlik götürmekte fayda var çünkü illa ayağınız o dereye giriyor. Biz ayakkabılarımızı çıkarıp durduk. Düz bir yol yok. Taşların, kayaların üstüne çıka ine ilerliyorsun yolda. Sonunda kamp atacağımız bir yer bulduk ve hazırlıklara başladık. İkinci kamp deneyimime rağmen çalı çırpı getirmeyi akıl edemedim. Sağdan soldan dal parçaları ile yakmaya çalıştık. Çok bir şey bulunmuyor siz yanınıza almayı unutmayın yinede. Kanyonun ortasından akan dere sayesinde soğuk su sıkıntısı çekmedik. Akşama doğru insanlar yavaş yavaş terk ederken kanyonu hava kararmaya başladı. Ama baya karardı. Dedik bulut geçiyordur herhalde. Yavaş yavaş rüzgarda artmaya başladı. Yağmaz herhalde dedik ama atıştırmaya başlamıştı bile. Attık kendimizi çadıra. İnsanların seslerini duyuyorduk kaçıyordu insanlık. Kafamı bir çıkartıp bakayım dedim ki fırtına kopuyordu dışarıda! En son artık Yavuz'la konuştuk dedik su felan yükselir bizde gidelim. 

O yağmurda toparlandık. Geri dönerken yağmur kesildi. Ayakkabılarımızı çıkarmadan sulara bata çıka girişe doğru ilerledik. Kalalım mı gidelim mi derken girişe yakın bir yere çadırı tekrar kurduk. Akşam herhalde orada çalışanlardan biri yanımıza gelip akşam yağmurun yağabileceğini dikkat etmemiz gerektiğini söyledi ve gitti. Tekrar teşekkür ederiz. Zemin sertti mat olmasına rağmen zor uyuduk. Sabah 5:30 gibi uyandım. Kampta sabahki sesi çok seviyorum yada sessizliği. Islanmış olan ayakkabılarımızı dışarı kuruması için dışarı çıkardım. Tabii güneş 11 de mi ne anca bize vurmaya başladı. Sabah kahvaltı ettikten sonra biraz daha kestirdik. Öğle yemeğimizi yiyip çöplerimizi çöpe atıp evin yolunu tuttuk.

Gidip görülmesi gereken bir yer. Ama ben bir daha kamp için gitmem. Kamp atacak kanyonda bir yer bulmak zor. Elverişli değil ama yine siz bilirsiniz. Giriş ücreti ödemedik.  

Ballıkayalar - Youtube linki







3 Nisan 2020 Cuma

Uyku Denizi - Öykü




Uykuya dalmak istiyorum. Sonsuza kadar. Ölmekten bahsetmiyorum, uyumak. Uykuda istediğim yerde olabiliyorum. Uykuya dalmak denize girmek gibi eğer oradan çıkarsam uyanmış oluyorum. Dünyada ki hayatıma geri dönmek istemiyorum. Dünyada ki hayatım; Her gün bir saat yemek 15 er dakika iki mola dahil 9 saat çalışmak. Haftada bir gün hafta içi izin. Bayram seyran yok. İş olsun olmasın oturmak yasak! Dinlenme alanım yok. Vardiyalı sistem. Bazen 10-19 bazen 1-10 bazen ise full dediğimiz 10’dan 10’a çalışmak. Aldığım para asgari ücret. Aylık hedefimiz olan ciro tutarsa alacağım para 100 lira. 100! Benim bir altım, kölelik. Dünyada ki o kadar iş ve meslekten yaptığım şey mağazacılık. Hizmet sektörü. Müşterilerin salak soruları ve onların embesil çocukları ile uğraşıyorum. Arkadaşımın bir sözü vardı yakında çocukları anne babaları değil, internet büyütecek. Biz mağazacılar gelen müşterilere güler yüzle “Hoş Geldiniz, Aradığınız bir şey var mıydı, Size nasıl yardımcı olabilirim. Bir farkla büyük boy ister misiniz” deriz. Çalıştığım altı yıl boyunca hümanist kişiliğim gitti. İnsanlardan tiksinmeye başladım. Bazen diyorum ki köyüme gidip hayvan mı yetiştirsem en azından hayvan ile uğraşırım! Neyse bana kalan zamanlarda gitar çalıyorum ve evdekilerle uğraşıyorum. Kapı açıldı gelen annem kesin gelip laf atacak. Gitar çalıştığımı görmesine rağmen.

"Çıkmadın mı bugün evden?" 
"Hayır çıkmadım!" 
"Hava güzeldi günlük güneşlik." 
"Hava her zaman güzel." 
"Niye canım dün fena yağıyordu."
"Bu onun kötü olduğu anlamına gelmez. Sadece yağmur yağıy..."
"Amaan... Babaanneni ziyaret et. Hastaneden çıkardılar bugün. Halanlarda kalacak. Git izin gününde. İyice kötü oldu 90 yaşında kadın tabii."

Babaannemi en son 9 ay önce felan görmüştüm. Onu yatak döşeğinde görmek istemiyorum onu öyle hatırlamak istemiyorum. Bayramlarda hep beraber ziyarete gittiğimizde ellerini öptüğüm kadını hatırlamak istiyorum. Köyde o, kuzenim ve benim beraber bir yatakta yattığımız anları hatırlamak istiyorum. Yatağında bir deri bir kemik kalmış halde görmek istemiyorum. Bakamıyorum ona o halde gözlerim doluyor. 


"Evet?"
"Onu o halde görmeye dayanamam Anne. İstemiyorum." 
"Yaşlı insanlar son zamanlarında sevdiklerini görmek ister ama. Tamam sen bilirsin." 

Annem vicdanıma oynuyordu. 

Sabahçı olduğum yani 10-19 arası çalıştığım zamanlarda yemek molamdan artan zamanda kitap okuyorum. Eğer bunu yapmazsam molan arkadaşlarımla oturduğum masada telefonlara bakmakla geçiyor.
Biz satış temsilcilerinin şu vitrin mankenlerinden hiçbir farkı yok. Bizler avmlerin “tanımsız” ürünleriyiz.

19 da işten çıktığımda 1 saat sonra evdeyim buda 20:00 eder. Yemek felan dinlenme kendime gelmem 21. Bu saatten sonra seçeneklerim gitar öğrenmeye mi devam edeceğim, sosyal medyada mı takılacağım, yoksa yarım kalan dizime mi devam etmeliyim şeklinde. 
34 yaşındayım ve hayatım akıp gidiyor. Ya da gitti. Bazen duygusal boşalımlar yaşıyorum. Bunalıma mı girdim acaba. İsteklerimi hayallerimi gerçekleştiremedim. Bu iş yeri hayatımdan çalıyor. Uyumak hayatıma mola vermek gibi.

10'a beş kala mağazanın ışıklarını biraz söndürmeye kalktığımız sıra
bir müşteri sesi duyduk. "Kasayı kapattınız mı? Şunları alacaktım ama ?
Bu adam yüzünden 15 geçe geçen otobüsümü kaçırmış oldum. Bu şu demek buçuğa kadar otobüs yok. Bu buçuğa kadar ayakta bekleyip ayakta yolculuk etmem anlamına geliyor. Yani ayakta durma zamanım uzuyor. Ama onun için sıkıntı yok o arabasına binip evine gitmiştir bile.  


Bazen bütün bu kargaşalardan kaçıp ormana gidiyorum. Bazende kuş gözlem evine. Kuş göçleri yaşandığı zaman burası doluyor. Ben o kadar kalabalığa gelemem o yüzden bu zamanlarda geliyorum. Orman bana zaten huzur veriyor. Benim gibi AVM çalışanları izinli günlerinde normal insanlar gibi avm ye gitmek istemez. Hatta nefret ederiz. Burada olmak. Şu anın fotoğrafını çekip sosyal medyada paylaşmak gerek değil mi ? Hayır inadına yapmıyorum. Bir arkadaşım bana neden yaşadığımız anları fotoğraflayıp videoya çekip paylaştığımızı sormuştu. Neden paylaşıyoruz. Düşünün. Neden fotoğraf yüklemek zorunda hissediyoruz kendimizi ? Takipçi kasmak için mi ? Beğenilmek için mi? Bakın ben ne kadar geziyorum görün diye mi ? Neden !? Ben size söyleyeyim, beğenilmek, alkışlanmak hoşumuza gidiyor çünkü. Hayatlarımız o kadar monotonlaştı ki paylaştığın fotoğrafın beğenilip altına yorumların gelmesi, yapmak isteyip de yapamadığın hayallerin yerini tutuyor. Yani yeni yapay dünyamızda başarabildimiğimiz tek şey fotoğraf paylaşmak! Telefonumun titrediğini hissediyorum. Efendim ? 
Arayan en yakın arkadaşımdı ve bana kardeşinin vefat ettiğini söyledi.Hemen yanına gittim. Odasına girdim. Perişan halde tek bir yere odaklanmış duruyordu. Bir kaç dakika sonra bir kadın bana yiyecek içecek bir şeyler getirdi. Arkadaşım biraz sonra bana şunu dedi.

"İnsan neyle yaşar…" Madem ölüyoruz, neden plan yapıyoruz lan… 
Başın sağolsun diyemiyordum. Ona uydum.
"Öleceğimizi biliyor oluşumuz bizi hayatta tutuyor."
"Bunu biliyor oluşumuz bizi nasıl hasta etmiyor?
"Ee çünkü unutuyoruz. Dünya bize o kadar hayatımızı oyalayacak şey sunuyor ki unutuyoruz. Ölmeden önce yapılması gerekenler diye listeler var. Hazır hayattayken öleceğimizi bildiğimizden ölmeyip bunları yapmayı istiyoruz. Ölmek istemiyoruz. Motor alıp gezmek tur yapmak şehirler arası dolaşmak. Kamp yapmak. Hem de donmaya ramak kalacak yerlerde. Keşfetmek. Ülkeleri tanımak. Aşık olmak. Hayat bizim bu mahallemizin hemen dışında bir yerde. Bu kadar şey varken dünyada neden ölmeyi isteyeyim ki."
"Kaç yaşına geldin ne yapabildin ?"
"Beni cenaze evinde küfür ettireceksin. Oğlum benim zamanım mı var bir şeyler yapmaya. Bir gün izin var onda da uyumak istiyorum zaten. 6 yıldır sıkıştım kaldım mağazada. Ben seninle en son ne zaman görüşebildim?"
"Baya oldu izinlerimiz uymuyor tabii. Sen hafta içi ben hafta sonu."
"Aynen öyle. Neyse… Sormakta istemiyorum da. Nasıl vefat etmiş kardeşin ?"
"Asansör boşluğuna düşmüş.
"Başın sağolsun." 
Rahatladım.
"Senden bir şey isteyeceğim. Yarın fotoğraf çekmem gereken bir yer var Beyoğlu’ n da. Bizim müdür istedi. Mekanı gösteren birkaç poz. Yetişmesi gerekiyor dergiye. Ben yapmazsam başkası alacak parayı ben bu halde gidemem. İhtiyacımda var biliyorsun. Yani sen…"  
"Ama ben yarın işe gidiyorum. Bugün izinliydim."
"Ulan bir günde gitme be. En on ne zaman gitmemezlik yaptın sen söyle?"
"Şey… Kuzenin düğünü vardı…" 
"İki sene önce lan o ben hatırlıyorum. Hiç hastalanmadın mı sen."
"Yok… yani"
"Tamam işte yarın hastasın. Bir kerede sen gitme hastayım de. Mağazadakiler bir kerede senin yüzünden zorluk çeksin lan. Bırak düşünmeyi. Yarın hastasın arkadaş bitti. Al makineyi biliyorsun zaten kullanmayı.  

Taksimde daha önce hiç girmediğim bu yere girdim.Hayran hayran fotoğraflar çektim. Daha önce nasıl gelmediğimi sordum kendime. Buranın dış dünya ile alakası yok. Merdivenleri teker teker çıktım. Ve birden duvarda bir yazı gördüm. Duvardaki yazıda “YARARLI SANAT OFİSİ SESSİZLİĞİN KURAL OLMADIĞI BİR ÇALIŞMA MEKANIDIR” yazıyordu. Düşündüm. Ne demek sessizliğin kural olmadığı. ? 
Etrafıma şöyle bir baktım. Ders çalışanlar ve uyuyan biri vardı.  
Sessizliğin kural olmadığı demek gürültülü yapabilirsin anlamında mı yoksa sessizliğin kural bile olmadığı sessiz olmak zorundasın anlamında mı ? Kural bile değil, sessiz olacaksın. Mükemmel. Kesinlikle öyle olmalı. Yoksa buraya gitarımla gelebilirdim. Kesinlikle diğer türlü. Burası ne benim çalıştığım yere benziyor. Ne de sokağa. Burası uçsuz bucaksız okyanus.