Uykuya dalmak istiyorum. Sonsuza kadar. Ölmekten bahsetmiyorum,
uyumak. Uykuda istediğim yerde olabiliyorum. Uykuya dalmak denize girmek gibi eğer
oradan çıkarsam uyanmış oluyorum. Dünyada ki
hayatıma geri dönmek istemiyorum. Dünyada ki hayatım; Her gün bir saat yemek 15 er dakika iki mola dahil 9 saat çalışmak.
Haftada bir gün hafta içi izin. Bayram seyran yok. İş olsun olmasın oturmak
yasak! Dinlenme alanım yok. Vardiyalı sistem. Bazen 10-19 bazen 1-10 bazen ise
full dediğimiz 10’dan 10’a çalışmak. Aldığım para asgari ücret. Aylık hedefimiz
olan ciro tutarsa alacağım para 100 lira. 100! Benim bir altım, kölelik.
Dünyada ki o kadar iş ve meslekten yaptığım şey mağazacılık. Hizmet sektörü.
Müşterilerin salak soruları ve onların embesil çocukları ile uğraşıyorum. Arkadaşımın
bir sözü vardı yakında çocukları anne babaları değil, internet büyütecek. Biz mağazacılar gelen
müşterilere güler yüzle “Hoş Geldiniz, Aradığınız bir şey var mıydı, Size nasıl
yardımcı olabilirim. Bir farkla büyük boy ister misiniz” deriz. Çalıştığım altı yıl boyunca hümanist kişiliğim gitti.
İnsanlardan tiksinmeye başladım. Bazen diyorum ki köyüme gidip hayvan mı
yetiştirsem en azından hayvan ile uğraşırım! Neyse bana kalan zamanlarda gitar
çalıyorum ve evdekilerle uğraşıyorum. Kapı açıldı gelen annem kesin gelip laf atacak. Gitar çalıştığımı görmesine rağmen.
"Çıkmadın mı bugün evden?"
"Hayır çıkmadım!"
"Hava güzeldi günlük güneşlik."
"Hava her zaman güzel." "Niye canım dün fena yağıyordu.""Bu onun kötü olduğu anlamına gelmez. Sadece yağmur yağıy..."
"Amaan... Babaanneni ziyaret et. Hastaneden çıkardılar bugün. Halanlarda
kalacak. Git izin gününde. İyice kötü oldu 90 yaşında kadın tabii."
Babaannemi en son 9 ay önce felan görmüştüm. Onu yatak döşeğinde
görmek istemiyorum onu öyle hatırlamak istemiyorum. Bayramlarda hep beraber
ziyarete gittiğimizde ellerini öptüğüm kadını hatırlamak istiyorum. Köyde o,
kuzenim ve benim beraber bir yatakta yattığımız anları hatırlamak istiyorum.
Yatağında bir deri bir kemik kalmış halde görmek istemiyorum. Bakamıyorum ona o
halde gözlerim doluyor.
"Evet?"
"Onu o halde görmeye dayanamam Anne. İstemiyorum." "Yaşlı insanlar son zamanlarında sevdiklerini görmek ister ama. Tamam sen
bilirsin."
Annem vicdanıma oynuyordu.
Sabahçı
olduğum yani 10-19 arası çalıştığım zamanlarda yemek molamdan artan zamanda
kitap okuyorum. Eğer bunu yapmazsam molan arkadaşlarımla oturduğum masada telefonlara bakmakla geçiyor.
Biz satış temsilcilerinin şu vitrin mankenlerinden hiçbir farkı
yok. Bizler avmlerin “tanımsız” ürünleriyiz.
19 da işten çıktığımda 1 saat sonra evdeyim buda 20:00 eder.
Yemek felan dinlenme kendime gelmem 21. Bu saatten sonra seçeneklerim gitar
öğrenmeye mi devam edeceğim, sosyal medyada mı takılacağım, yoksa yarım kalan
dizime mi devam etmeliyim şeklinde.
34 yaşındayım ve hayatım akıp gidiyor. Ya da gitti. Bazen
duygusal boşalımlar yaşıyorum. Bunalıma mı girdim
acaba. İsteklerimi hayallerimi gerçekleştiremedim. Bu iş yeri hayatımdan
çalıyor. Uyumak hayatıma mola vermek gibi.
10'a beş kala mağazanın ışıklarını biraz söndürmeye kalktığımız sıra
bir müşteri sesi duyduk. "Kasayı kapattınız mı? Şunları alacaktım ama ?
Bu adam yüzünden 15 geçe geçen otobüsümü kaçırmış oldum. Bu şu
demek buçuğa kadar otobüs yok. Bu buçuğa kadar ayakta bekleyip ayakta yolculuk
etmem anlamına geliyor. Yani ayakta durma zamanım uzuyor. Ama onun için sıkıntı
yok o arabasına binip evine gitmiştir bile.
Bazen bütün bu kargaşalardan kaçıp ormana gidiyorum. Bazende kuş gözlem evine. Kuş göçleri yaşandığı zaman
burası doluyor. Ben o kadar kalabalığa gelemem o yüzden bu zamanlarda
geliyorum. Orman bana zaten huzur veriyor. Benim gibi AVM çalışanları izinli
günlerinde normal insanlar gibi avm ye gitmek istemez. Hatta nefret ederiz. Burada olmak. Şu anın fotoğrafını çekip sosyal medyada paylaşmak
gerek değil mi ? Hayır inadına yapmıyorum. Bir arkadaşım bana neden yaşadığımız
anları fotoğraflayıp videoya çekip paylaştığımızı sormuştu. Neden paylaşıyoruz.
Düşünün. Neden fotoğraf yüklemek zorunda hissediyoruz kendimizi ? Takipçi
kasmak için mi ? Beğenilmek için mi? Bakın ben ne kadar geziyorum görün diye mi
? Neden !? Ben size söyleyeyim, beğenilmek, alkışlanmak hoşumuza gidiyor çünkü.
Hayatlarımız o kadar monotonlaştı ki paylaştığın fotoğrafın beğenilip altına
yorumların gelmesi, yapmak isteyip de yapamadığın hayallerin yerini tutuyor.
Yani yeni yapay dünyamızda başarabildimiğimiz tek şey fotoğraf paylaşmak! Telefonumun titrediğini hissediyorum. Efendim ?
Arayan en yakın arkadaşımdı ve bana kardeşinin vefat ettiğini söyledi.Hemen yanına gittim. Odasına girdim. Perişan halde tek bir yere odaklanmış duruyordu. Bir kaç dakika sonra bir kadın bana yiyecek içecek bir şeyler getirdi. Arkadaşım biraz sonra bana şunu dedi.
"İnsan neyle yaşar…" Madem ölüyoruz, neden plan
yapıyoruz lan…
Başın sağolsun diyemiyordum. Ona uydum.
"Öleceğimizi biliyor oluşumuz bizi hayatta tutuyor."
"Bunu biliyor oluşumuz bizi nasıl hasta etmiyor?
"Ee çünkü unutuyoruz. Dünya bize o kadar hayatımızı oyalayacak
şey sunuyor ki unutuyoruz. Ölmeden önce yapılması gerekenler diye listeler var.
Hazır hayattayken öleceğimizi bildiğimizden ölmeyip bunları yapmayı istiyoruz.
Ölmek istemiyoruz. Motor alıp gezmek tur yapmak şehirler arası dolaşmak. Kamp
yapmak. Hem de donmaya ramak kalacak yerlerde. Keşfetmek. Ülkeleri tanımak. Aşık olmak. Hayat bizim bu mahallemizin hemen dışında bir yerde. Bu kadar şey varken
dünyada neden ölmeyi isteyeyim ki."
"Kaç yaşına geldin ne yapabildin ?"
"Beni
cenaze evinde küfür ettireceksin. Oğlum benim zamanım mı var bir şeyler
yapmaya. Bir gün izin var onda da uyumak istiyorum zaten. 6 yıldır sıkıştım
kaldım mağazada. Ben seninle en son ne zaman görüşebildim?"
"Baya oldu izinlerimiz uymuyor tabii. Sen hafta içi ben hafta
sonu."
"Aynen öyle. Neyse… Sormakta istemiyorum da. Nasıl vefat etmiş
kardeşin ?"
"Asansör boşluğuna düşmüş.
"Başın sağolsun."
Rahatladım.
"Senden bir şey isteyeceğim. Yarın fotoğraf çekmem gereken bir
yer var Beyoğlu’ n da. Bizim müdür istedi. Mekanı gösteren birkaç poz.
Yetişmesi gerekiyor dergiye. Ben yapmazsam başkası alacak parayı ben bu halde
gidemem. İhtiyacımda var biliyorsun. Yani sen…"
"Ama ben yarın işe gidiyorum. Bugün izinliydim."
"Ulan bir günde gitme be. En on ne zaman gitmemezlik yaptın sen
söyle?"
"Şey… Kuzenin düğünü vardı…"
"İki sene önce lan o ben hatırlıyorum. Hiç hastalanmadın mı sen."
"Yok… yani"
"Tamam işte yarın hastasın. Bir kerede sen gitme hastayım de.
Mağazadakiler bir kerede senin yüzünden zorluk çeksin lan. Bırak düşünmeyi.
Yarın hastasın arkadaş bitti. Al makineyi biliyorsun zaten
kullanmayı.
Taksimde daha önce hiç girmediğim bu yere girdim.Hayran hayran
fotoğraflar çektim. Daha önce nasıl gelmediğimi sordum kendime. Buranın dış dünya ile alakası yok. Merdivenleri teker teker çıktım. Ve birden duvarda bir
yazı gördüm. Duvardaki yazıda “YARARLI
SANAT OFİSİ SESSİZLİĞİN KURAL OLMADIĞI BİR ÇALIŞMA MEKANIDIR” yazıyordu. Düşündüm. Ne demek sessizliğin kural olmadığı. ?
Etrafıma şöyle bir baktım. Ders çalışanlar ve uyuyan biri vardı.
Sessizliğin kural olmadığı demek gürültülü yapabilirsin
anlamında mı yoksa sessizliğin kural bile olmadığı sessiz olmak zorundasın
anlamında mı ? Kural bile değil, sessiz olacaksın. Mükemmel. Kesinlikle öyle
olmalı. Yoksa buraya gitarımla gelebilirdim. Kesinlikle diğer türlü. Burası ne
benim çalıştığım yere benziyor. Ne de sokağa. Burası uçsuz bucaksız okyanus.